Typefully

Kuran Mucizeleri

Avatar

Share

 • 

3 years ago

 • 

View on X

📢 Tarihi Bilgisel Geçenlerde bir arkadaş ile DM üzerinden konuşurken mevzu bahis metafizik varlıkların konusu açılmış uzun süre bu konuda konuşmuş fikir alışverişinde bulunmuştuk fakat kendisi; Kuran'ın incil ve tevrat'dan kopya olduğunu ifade etmişti. Gerçekten öyle mi?
Hz.Mûsâ aleyhisselâm Karşısında ilah olduğunu iddia eden bir kral; etrafında ise birçok fırsatta ona sırtını dönen, nankörlük yapan İsrail oğulları var. Allah neredeyse kimsenin kalkışamayacağı bir görev veriyor Musa’ya bu görev ilah olduğunu iddia eden krala gidecek;
Onun ilah olmadığını, bir köle ile eşit seviyede olduğunu yüzüne karşı öyle söyleyecek. Ve diyecek ki: "Yerin ve göğün tek bir yaratıcısı var ve sen o ilaha karşı secde edeceksin." Silivri'nin soğuğu ne ki😃
Müthiş bir şey, Allah'ın emri üzerine Harun aleyhisselâmla birlikte yola çıkıyorlar ve uzun sürecek zorlu bir mücadele başlıyor her peygamberin geliş sebebi verilen görevi Allah’ı birlemek olduğundan Musa a.s’da kendi döneminde Allah’a has olan her hangi bir eylemi
kendi bünyesinde barındıranlara karşı bu görevi üstlenmişti. Hepimiz Allah tarafından bize kuran içerisinde anlatılan örneklerle o dönem yaşananlar ve sonuçları hakkında az çok bilgi sahibiyiz. Bu kıssadan, her asırda alimler farklı dersler çıkarmış, yıllarca anlatmışlardır.
Fakat bu derslerden öylesi var ki üzerinden yüz yıllar geçmesine rağmen geçtiğimiz 200 yılda ancak insanoğlu tarafından çark edilmiş. Arkeolojinin, tarihçiliğin ve araştırmaların gelişmesiyle bu kıssanın içinde ilahi bazı mucizeler olduğu fark edilip ortaya çıkmış.
İşte biz de bugün söz verdiğimiz gibi o dönem yaşanmış, bu mucizelerden dördüne birlikte bakacağız. Kıssanın ortalarında Firavun Mûsâ aleyhisselâma nasıl karşı koyacağını düşünürken adamlarından birine şöyle bir emir veriyor: Bu Kasas Sûresi'nin 38 ayetinde şöyle anlatılıyor
“Ey ileri gelenler!” dedi, “Şimdiye kadar sizin benden başka bir ilâhınız olduğunu bilmiyordum! Ey Hâmân! Haydi benim için tuğla ocaklarını tutuştur, balçığı pişir, fazlaca tuğla imal ettirip öyle yüksek bir kule yap ki, belki çıkıp oradan Mûsâ’nın ilâhını görürüm!”
Anlatılanı düşünecek olursak Firavun'un yanında Hâmân adında bir adam var. Kur'ân'da başka 5 yerde de bu isim geçiyor. Firavun'un ona verdiği emre bakarsak da inşaat işlerinden, taş ocaklarından sorumlu olduğu anlaşılıyor. Hem ismine hem de meslek bilgisine sahibiz..
Muhammed aleyhissalâtu vesselâm hâşâ bir yalancı olsa böyle bir cümleyi kuracak kadar riske girmesi imkansız fakat asıl olay şimdi başlıyor. Bu Hâmân ismi Tevrat'ta da geçiyor ve Tevrat'ta geçen kişi bırakın inşaat işleri sorumlusu olmayı Mısırlı bile değil. İran kralının veziri
Arada çok büyük bir fark var. Peki kim bu Hâmân? Eğer biz bu soruyu arkeolojiye sorarsak alacağımız cevap bize iki önemli şeyi gösterecek. 1.'si Kur'ân'ın Allah kelâmı olduğunu, 2.'si hiçbir şekilde İncil, Tevrat'tan alıntı olmadığını. Nasıl mı? Şöyle:
Mısır milattan önce 333 yılında Persler tarafından işgale uğruyor. Bu işgalin ardından Büyük İskender de burayı işgal ediyor ve resmî dili Yunanca yapıyor. Zamanla da farklı etkenlerle yavaş yavaş artık Mısır dili ortadan kalkıyor ve milattan sonra 300'lü yıllardan sonra ise
artık hani hep o gördüğünüz hiyeroglifler var ya. Öyle resimli sembollü yazılar işte bu dili bilen kimse kalmıyor. Hepsinin tamamen manaları, anlamları gün yüzünden siliniyor. Ta ki 19'uncu yüzyıla kadar.
1799 yılında Napolyon'un Mısır seferine çıkınca yanında bazı araştırmacıları da götürüyor ve orada ilginç bir tarihi eser buluyorlar. Rosetta Stone adında yazılı bir taş. Onu önemli yapan şey şu: üstüne aynı metni üç farklı dilde yazmışlar.
Yunanca, hiyeroglif yazısı ve demotic yazısı. Yunanca bilindiği için oradan yola çıkarak diğer metinler de çözümlenmeye başlıyor ve artık Mısır'ın o hiyerogliflerini dilinin tekrardan anlamanın temeli burada atılıyor ve çok kısa süre sonra da hiyerogliflerin dili çözülmüş oluyor.
Tabii bu değil çözülünce yıllar sonra Hâmân'la yolumuz kesişiyor. Nerede? Viyana'daki Hof Müzesi'nde bulunan yazılı bir anıtta. Eski Mısır'a ait bir anıt bu ve oradaki bütün yazıtlar esas alınarak bir sözlük hazırlıyorlar. "Yeni krallıktaki insanlar sözlüğü" diye geçiyor..
ve orada bizim bu mevzu bahis Hâmân da geçiyor. Hemde tahmin edin ne olarak geçiyor olabilir? Taş ocaklarının başı. Kur'ân'da nasıl geçiyordu? Baştaki ayeti hatırlayın: "Ey Hâmân, bana bir ateş yakıp tuğla pişir de kule yap..." Yani Firavun başkasına değil bizzati
direkt taş ocaklarının başına adıyla hitap edip kendisine bir kule yapmasını emrediyor. Peki Allah Resulünün Allah bildirmeden bunu bilmesi mümkün mü? Eğer doğumundan 200 yıl önce dünya üzerinden silinmiş bir dilden bahsediyorsak bu soruyu sormanın bir manası yok.
İşte Allah-u Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de öyle bir kelam söylüyor ki hem Kur'ânın kendisine ait olduğunu ispat ediyor hem de manen diyor ki: "Ben sizin 'Tarihin derinliği' dediğiniz yerlerde bile ne konuştuğunuzu kelimesi kelimesine biliyorum.
Ayriyeten bunun dışında bu Hâmân meselesi "Kur'ân, İncil ve Tevrattan alıntı yapmış." iddiasının ne kadar asılsız olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü oradan alıntı yapsaydı ya Hâmân'dan bahsetmeyecekti ya da Tevrat'ın bahsettiği gibi İran kralının veziri olarak bahsedecekti ki..
ikisini de yapmıyor ve ilahi mucizeliğini göstererek bu iftiraya adeta cevap veriyor. Hz. Mûsâ, Harun aleyhisselâm ile birlikte Firavun'u imana davet ettikleri zaman Firavun iman etmiyor ve sihirbazlarına Mûsâ aleyhisselâma karşı koymalarını söylüyor.
Sihirbazlarsa Mûsâ aleyhisselâmın mucizesini görünce iman ediyorlar fakat Firavun ve etrafındakiler, çevresindekiler yine iman etmiyor. Bunun üzerine akıllarının başlarına gelmesi için farklı farklı afetler ve belalar bu toplumun üstüne gönderiliyor.
Bunun ardından Firavun Mûsâ aleyhisselâma diyor ki: "Ey Mûsâ sen Rabbine dua et. Bu belaları musibetleri üzerimizden kaldırsın. Ben de iman edeyim." Allah onlara fırsat veriyor. Mûsâ aleyhisselâmın duasından sonra afetler kalkıyor fakat Firavun yine iman etmiyor.
Bu afetler A'râf Sûresi'nin 133.âyette: Bunun üzerine biz de, ayrı ayrı mûcizeler olarak onların üzerine tufan,çekirge,haşerât,kurbağa ve kan felâketlerini gönderdik. Yine de iman etmeyi kibirlerine yediremediler ve dâimâ günah işlemekle meşgul inkârcı bir toplum olarak kaldılar.
Yine çok ilginçtir, son 200 yılda yapılan arkeolojik keşiflerde bu olayı doğrulayan tarihi bir belge buluyorlar. Hatta bugün Hollanda Ulusal Müzesi'nde sergileniyor. Ipuwer Papirüsü ve İçinde "...çırılçıplak..." Kuraklık ve ekinlerin mahvolması. "...ıssız kaldı..." "göremedi"
Yani Papirüs, âyetlerde anlatılanları çok açık bir şekilde gösteriyor. Düşünsenize hastalıklar, kan felaketi, sel felaketi, saraydan kimsenin çıkmaması, kıtlık ve ekinlerin kuruması, bir dakika içinde her şeyin talan edilmesi ki bu son ikisi çekirge ve haşere afetlerine bakıyor
Bu tarihi belge 2 önemli şeyi ortaya koyuyor: 1.'si ayetler yine bu meseleyi mucizevi bir şekilde haber vermiş, 2.'si Hazreti Mûsâ aleyhisselâm'ın mucizelerine dair o döneme ait elimizde tarihi belge var. Bu kadar felaketin kısa bir sürede gerçekten bir araya gelmesi için
Allah'ına o toplumun belasını vermesi lazım. Yani bu Papirüsü aslında peygamberlik kavramının da hak olduğunu aslında ortaya koyuyor. Kıssanın bir bölümünde yine Allah, Mûsâ aleyhisselâmdan kendisine inananlarla birlikte Mısır'dan çıkmasını emrediyor.
Firavun bunu istemediği için gece vakti gizlice çıkmaları lazım ve çıkıyorlar da. Bir süre sonra Firavun bu olayı fark ediyor ve askerleriyle birlikte peşlerine düşüyor. Sonunda Mûsâ aleyhisselâm bir denizin önüne vardığında ki bu denize "Kızıldeniz" denir..
ama altını özellikle çizeyim bu konu sadece muallakta bir tabir çünkü bir ayette veyahut herhangi bir kaynakta ismi geçmez firavun'un geldiğini fark ediyor. O manzarayı bir hayal etmeye çalışsanıza. Önünde Firavun ordusu gibi bir deniz, arkasında deniz gibi bir Firavun ordusu.
Çaresizlik içinde bir yolu olmalı diye düşünürken Allah, Mûsâ aleyhisselâma "Asanı denize vur!" diye emrediyor ve vurmasıyla bir mucize gerçekleşiyor. İkiye yarılıyor ve Mûsâ aleyhisselâm ile birlikte inananlar geçmeye başlıyorlar. Firavun da peşlerinden gidiyor ama yakalayamıyor
Mûsâ aleyhisselâm denizi geçiyor Firavun denizin ortasında, biraz daha ilerlemeye çalışırken yavaş yavaş artık deniz kapanmaya başlıyor. Firavun iman ediyor, fakat kabul edilmiyor.. Ve yine devamında mucize olarak gelecekten bir haber daha veriliyor.
Şimdi tarihi o zamandan asırlar sonrasına alıyoruz ve geçtiğimiz 200 yılda gerçekleşen gelişmelere tekrar bakıyoruz. Çünkü bu gaybî haberi doğrulayan önemli keşifleri rastlanıyor.
1.'si bugün İngiltere'de British Museum'da sergilenen 6 numaralı bir papirüs yani Mısır'daki kazılarda bulunan eski bir yazılı kağıt. Sarayın bir görevlisi devletin başka bir memuruna bir mektup yazıp Firavun'un boğulduğunu haber veriyor.
Antik Mısır yenilgileri pek kabul etmeyen hatta yeri geldiğinde tarihi yazıları bile istediğinde sildirebilen bir devlet olarak bunu yazmasa da o döneme ait bu mektup bu olayı açıkça ele veriyor. Birlikte okuyalım:
Şimdi buraya dikkat edin: (şark ve garp: doğu ve batı) Hadi bakalım! İşte bu yazıtta Mısır Firavunu'nun denizde boğulduğu açıkça anlatılıyor ve Kur'ân'ın verdiği haberi doğruluyor fakat mesele şurada başlıyor: Kur'ân bu olay hakkında gelecekten bir haber vermişti.
فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ "İşte bugün senin cesedini kurtaracağız..." Neden peki? "...kurtaracağız ki, senden sonra gelenler için bir ibret olsun!..." Yani Kur'ân'ın verdiği gaybî habere göre; 1- Firavun'un bedeni boğulduktan sonra veyahut yüzyıllar sonra sahile vuracak
2- Bu beden çürümeyecek. 3- İleride gelecek insanlara gösterilip, sergilenecek. İşte bu gaybî habere uyan 2 önemli keşif var. 1.'si şu 1896 yılında Mısır'da arkeolojik araştırmalar yapılırken o civarını halkı araştırmacı Venice Paşa ilginç bir şey bulduklarını söylüyorlar.
Thebes (Teps) kentinin 40 kilometre güneyinde, denilen bir bölge var. Burada Susuz Nehir olarak bilinen bir nehrin kıyısında sahile vurmuş altı tane cesede rastlıyorlar. Mısır'da sahile vurmuş cesetler buluyorsunuz, bu bedenler yüzyıllar öncesine ait fakat çürümemişler.
En ilginci de ne biliyor musunuz? Bildiğiniz şöyle secde eder bir halde duruyorlar. Hani dizleri karınlarına çekip, dirsekler bükülmüş, eller başın orada... Bu bedenler alınıyor ve şuan British Museum'da her gün yüzlerce insana sergileniyor.
Bulunduklarında mumyalanmamalarına rağmen toprağa öyle bir vaziyette oturtulmuşlar ki cesetler çürümemiş, saçlarının bir kısmı, burnu, kulakları, dişleri hala yerinde. Normalde öldükten kısa süre sonra düşmesi gerekir. Derisi hala duruyor ve karnı bile şişmiş.
Diğer ilginç detaysa: hani bulunduklarında mumyalanmamışlardı ya, alındıktan sonra da mumyalanmıyorlar ve müzede sergilendiklerinde hala cesetleri aynı. Yine bir çürüme söz konusu değil. Bu keşif Firavun'un bedeniyle alakalı birinci önemli tez.
Bunun dışında bu meseleyi inkar edilmez yapan bir tez daha var. Şöyle: 1799 yılında Napoli Mısır seferine çıkınca Krallar Vadisi denilen antik bir bölge keşfediyorlar Mısır'da. Bu bölgenin özelliği şu:
Mûsâ aleyhisselâm döneminde yaşadığı düşünülen, muhtemel olan bütün firavunların bedenlerini burada buluyorlar. Yani şöyle düşünün: Firavun'un bedeni yüzyıllar sonra değil de bulunduktan kısa süre sonra sahile vurduysa Saraylılar tarafından fark edilip, alınacak ve
mumyalanarak diğer kralların bulunduğu yerde kendi mezarının yerine defnedilecek. İşte zamanla John gardner gibi arkeologların çalışmalarıyla bütün bu bedenler İngiltere'de, Fransa'da ve Mısır'da, Kahire'de farklı farklı müzelerde her gün onlarca insana sergileniyorlar.
Şimdi bu keşfi alın ve şunu düşünün: Kur'ân'ın indirilmesinden 200-300 yıl kadar önce Mısır dili dünya üzerinden kalkmış. Bunu konuştuk. Yani Mısın işgali gibi birçok sebeple bu dili bilen hiçbir insan kalmıyor. Yani o döneme ait anlaşılır tarihi bir belge yok.
İşte Kur'ân Mısır firavunlarının mumyalandığından haberdar bile olunmayan bir dönemde bir Mısır kralının, bir firavunun binlerce sene sonra bile cesedinin, bedeninin çürümeden; onlarca, yüzlerce insana sergileneceğini haber vermiş. Biz ise firavun mumyalarının varlığından
ilk defa 1800'lü yıllarda haberdar oluyoruz. İşte bu iki teze de baktığımız zaman Kur'ân'ın verdiği gaybî haber gayet açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Firavun'un bedeni ayette geçen şekliyle kendisinden sonra gelenler için bir ibret olarak her gün onlarca insana sergileniyor.
Bu kıssadaki Kur'ân'ı mucizelerinden bir tanesi de Firavun'a "Firavun" denmesi. Ne alaka? Şöyle: Aslında bu tabirde çok ilginç bir özellik var. Normalde "Firavun" kelimesi Eski Mısır'da saray anlamına gelir. Bildiğiniz saraya firavun diyorlar.
Yani eski tabirle perao fakat 18.Hanedanlık Dönemi'nde milattan önce 14. yüzyıldan sonra krallar için kullanılmaya başlanıyor. Bu genel kültür bilgisini cebe koyalım. Kurân ve İncil, Tevrat arasındaki ilginç bir farka birlikte bakalım.
Kur'ân'da Hz. Musa aleyhisselâmın dönemi dışında bir mısır kralından daha bahsediliyor. Hz. Yusuf aleyhisselâmın döneminde yaşayan kral. Normalde baştaki bilgiye rağmen biz hepimiz Mısır Krallığı firavunlar olarak biliyoruz. Değil mi?
Yani nasıl Osmanlı'da padişah varsa Mısır'da da firavun vardır fakat Kur'ân-ı Kerim Musa aleyhisselâm dönemi için firavun kelimesini kullanırken Yusuf aleyhisselâm dönemi için bu kelimeyi kullanmıyor. Kral anlamında el-melik tabirini kullanıyor.
İlginçtir baştaki tarihi bilgiye baktığımız zaman Mısır krallarına firavun denilmesi Musa aleyhisselâmın yaşadığı düşünülen zamanlara denk geliyor. Hz. Yusuf'un (aleyhisselâm) yaşadığı düşünülen zamansa Hz. Musa'dan (aleyhisselâm) bu tabirin kullanılmasından daha da öncelere
denk geliyor. Yani fark ettiniz mi; Kur'ân hangi dönemde, hangi Mısır kırılı için, hangi tabirin kullanılacağına bile dikkat ediyor fakat İncil ve Tevrat'ta böyle bir ayrıma rastlanılmaz. Orada Mısır krallarına denk gelen üç peygamberden bahsediliyor:
İbrâhim aleyhisselâm, Mûsâ aleyhisselâm, Yusuf aleyhisselâm fakat hepsinin dönemindeki krallar için de firavun tabiri kullanılıyor. İşte Kur'ân-ı Kerim Mısır tarihinin ve dilinin bilinmediği bir dönemde kullandığı bir kelimeyi bile Mısır tarihinin ince bir detayına göre seçiyor
Bu şekilde kelime seçmesinin bile mucize olduğunu gösteriyor. Ayrıca da işte bu "Kur'ân, İncil'den ve Tevrât'tan alıntı yapmış. "diyenlere de çok ince ve güzel bir cevap oluyor ki bu meseleye Hâmân meselesini konuşurken de değinmiştik.
Kur'ân'da, Mûsâ aleyhisselâm kıssasının içinde, birçok cümlesinde aslında eski Mısır'a dair sonradan keşfedilen ve keşfedilebilecek birçok bilgi saklanmış, gizlenmiş. Allah-u Teâlâ tabiri caizse o dönemi bir harita gibi çizmiş.
Bir yandan toplumun yaşadığı afetlerin, felaketlerin haber verilmesi bir yanda tabirlere dikkat edilmesi... Yeri geldiğinde Firavun'un adamıyla arasındaki konuşmaya kadar haber verilmesi vesaire derken verilen bütün gaybî haberlere baktığımız zaman Allah şunu ortaya koyuyor:
Tarihte açığa çıkmış veya gizli kalmış ne varsa hepsini bildiğini gösteriyor ve yeri geldiğinde de böyle örneklerle bize bunu ispatlıyor. Yeter ki görmek iste..
Avatar

✗Root

@xtroot

Bilinçlerimiz programlanabilir! Eğer siz kendiniz için kodlamıyorsanız, sizin yerinize biri,kendi çıkarı için yapacak ve muhtemelen siz farkında olmayacaksınız.